LiveZilla Live Help
LiveZilla Live Help

Blog

sınırları aşmak İLK TİYATRO OYUNU - 13 Ekim 2014 Pazartesi

             Bizim için uzunca sayılabilecek bir bayram tatili sonrasında yeniden İstanbul'da bir Pazar sabahı geçirmeyi planlarken, Cumartesi akşamı komşumuzun verdiği iki çocuk tiyatrosu biletiyle bütün uyku hesaplarım alt üst oldu yine.  
'
Ama ben Pazar günü öğleye kadar uyumayı planlıyordum kendimce yahu!...' Ne var ki, Sultan ve Prenseslerin hüküm sürdüğü bir sarayda, hükümdarın esamesi okunmuyormuş maalesef. Elime tutuşturulan biletlerle, 'hık, mık' deyip işin içinden sıyrılmayı planlarken, oyun saatinin 11 olduğu da, üstüne basa basa vurgulanınca 'Emriniz başım üstüne' demekten başka bir şey kalmıyor çaresiz bir babaya...

             İşin şakası bir yana,  daha önce de söylemiştim, önce kendi keyfinden pek vazgeçmek istemese de insan, daha sonra yüzlerinde ki o mutluluğu görünce, iyi ki yapmışım diyor. Zira sizin önemsemediğiniz o anlar, o kadar hoşuna gidiyor, o kadar eğlendiriyor ki  onları... O an yüzlerine gelip yerleşen o gülümseme her şeyden daha önemli oluyor sizin için.

             Okuduğum yıllar da, lisede ve üniversitede hep İstanbul’ a gidince,  ‘Hiç bir filmi kaçırmıcam, her hafta bir oyuna gidicem’ derdim ama, tabi bu şehre geldiğimden beri hiç bir zaman bunu gerçekleştiremedim. Hatta Görsellerini hazırladığım ve davetli olduğum oyunlara bile gidemedim... Ama yıllar sonra, İstanbul'a geldiğimden bu yana ilk kez bir tiyatro oyununa gitmek(bir çocuk oyunu da olsa), Elüş’ ün sayesinde oldu... Tabi biletleri veren komşumuzun da sayesinde ama... Esas payı Kendime ayırıyorum, çünkü uyumayı tercih etseydim, böyle bir gün yaşanmayacaktı...

             Sabah kahvaltıdan sonra elbitetini (elbisesini) giyip, biletlerimizi çantasına koyduk. Tiyatroya geldiğimizde 15 dk. Kalmıştı oyunun başlamasına. Biletleri ne zaman Abiye vereceğimiz kısa süreli bir krize sebep olduysa da, çabuk atlattık. 11:00 ‘ a doğru girdik salona ve oyun başladı. Sahnenin Işıkları yanıp da oyuncu sahneye çıktığında baya bir şaşırdı.Öylece izledi. Ne olduğunu anlamaya çalışırken,etrafına bakındı diğer insanların tepkisini izledi...

                  Elüş’ e yaşının üzerinde şeyler öğretmeye çalışıyoruz galiba farkında olmadan. Kahvaltıda biz bir kaç defa, tiyatroda ses çıkarılmayacağını, yüksek sesle konuşulmayacağını söylemiştik. Oysa bizim atladığımız bir şey vardı. Çocuk oyunuydu gittiğimiz. Tecrübesizlik işte! Biz tiyatroda konuşulmaz demiştik ama, oyuncular çocukları oyuna dahil etmek için, onları yeterince coşturuyorlardı. O arada Elüş bocaladı.Çünkü tiyatroda yüksek sesle konuşulmaz demiştik. Ama salondaki yaşça büyük ve tecrübeli abileri, ablaları şarkılara eşlik etmeye başlayınca,bana baktı. O an ben de dank etti tabi.

             -E hadi sen de söyle, deyince o ana kadar sakladığı enerjisini, boşaltıverdi. Danslara eşlik etti. Sorulara kendince cevap verdi... Sesini Duyurmaya çalıştı sahnedeki oyuncu abi ve ablalarına.  Zaman zaman güldü, eğlendi; zaman zaman etrafına şaşkın şaşkın baktı. Her zaman ki gibi, ben yine ilk gittiği tiyatro oyununu kaydetmekle meşguldüm bir yandan onu seyrederken...

              Sonra oturup düşününce aslında Elüş’le geçirilen her anın bize ne kadar çok şey öğrettiğinin farkına vardım bir kez daha. Biz ona bir şeyler öğretmeye çalışırken,  aslında o bize daha çok şey öğretiyor galiba...

             Ona nerede nasıl davranması gerektiğini öğretirken; acaba, ilerideki hayatında onu sıkıca çevreleyecek engeller mi koyuyoruz farkında olmadan? Hayatın tadını çıkarmasını engelleyecek sınırları bugünlerden, biz mi çiziyoruz elimizde olmadan? Öyle ya, Biz ‘Tiyatroda sessiz olmalıyız’ ı dikte etmiştik ona ve o bugün oyun sırasında bana dönüp izin alana kadar, oyuna katılmamak için tutmuştu kendini... İzin aldıktan sonra da, etraf ne düşünür, sorduğu sorulara gülerler mi kaygısı olmadan, dilediğince sorularını sormuş, cevap vermiş, dans etmişti... Bizim onun zihnine çizdiğimiz sınırlar yoktu çünkü...

             Oyun bittiğinde diğer çocuklar sahneye hücum edince, fırladı koltuğundan ve ‘Biz de gidelim’ dedi Elüş. Cevabımı da beklemeden koştu gitti zaten. Sahnede dilediğince dolaştı. Başka bir anda olsa Koşma, Yapma gibi bir sürü şey sıralardım ama, o an hiç bir şey diyemedim. Yeni sınırlar koymaktan çekindim açıkçası. Ama bir yandan da bir çocuğa sınır koymanın sınırı ne olmalı konusunda ise şimdi yeni sorular var zihnimde dolaşan...

             Sahi Bir çocuğu en iyi şekilde yetiştirebilmek için nerede durup nerede harekete geçmek gerekir?  Zormuş, çok zor... Tam bir yol bulduğunu sandığın anda, bir an geliyor ve aslında ne kadar hatalı davrandığını anlıyorsun ve her şey sıfırdan başlıyor...

             Öğrettiğini sanırken, aslında hiçbir şey bilmediğinin farkına varıyorsun...

Yorumlar (0)
Bookmark and Share
GÖLGE OYUNU (yeniden Çocuk Olabilmek) - 26 Eylül 2014 Cuma

        ‘Akıp gidiyor zaman’ diyoruz ya sürekli... Belki de o akıp giden zamana karşı çaresizliğimizden sürekli sızlanıp duruyoruz. Geçip giden dakikalar, saatler karşısında elimiz kolumuz bağlıyken, bir de üstüne gün boyu işte çekilen sıkıntılar, iş yetiştirme telaşı, saatlerce boğuşulan sorunların stresi; ödenmesi gereken faturaların takibiyle geçen zamanlarda hayatı ıskalıyoruz belki de farkında olmadan. 

                Yorgun argın eve gelmiş tam ayakları uzatıp yatma isteğiyle yanıp tutuşurken, iki minik sevimli el gelip dokunuyor, yüzünüze ve ‘Hadi baba oyun oynayalım’ deyiveriyor. Geri çevrilmesi en zor isteklerden biri belki de ama, çoğu zaman öyle bir yorgunluk hali çöküveriyor ki üzerinize, oynasan bir türlü, oynamasan bin türlü. O minicik yürek nerden bilebilir ki gün boyu omuzlarımıza çökmüş bin türlü derdi tasayı… Hele ki onun tek derdi oyun oynamak ve olabildiğince içtenliğiyle kıkırdamaksa bütün bir oyun boyu…

                Yorgunluğuna yenilip de, onun  bu minicik masum isteğini geri çevirdiğinde ertesi gün, bütün zamanın, bunun suçluluğuyla geçiyor ister, istemez…

                Yine böyle yorgun argın, eve geldiğim günlerden birimiydi bilmiyorum ama,  o gece televizyonu falan herşeyi kapatıp, her zamankinden farklı bir oyun oynamayı denedik. Tüm dükkanlar kapanmak üzereydi, hemen aşağıdaki kırtasiyeden bir tabaka parşömen kağıdı,  yapıştırıcı; ucuzluk dükkanından küçük bir fener alıp, keçeli kalemlerimizi de bulduktan sonra, A4 kağıtlarından birine karagöz, diğerine Hacivat çizip, mukavva ve parşömen kağıdından sahnemizi de  hazırladık.  Şimdi Gölge oyunumuzdaydı… Sonrasını izlemek isterseniz Buyrun video aşağıda

               

                              Hacivat ve karagözü çizmek sahneyi kurmak falan hepsi 1 saat falan sürdü belki bilmiyorum, Kızımı da bilmem ama Ben bile özlemişim meğer böyle oynamayı… Ve bazen Ufaklıklara bunları öğretirken geçirdiğimiz vakitler, onlardan çok bize iyi geliyormuş.

Elüş de söyledi ‘Çok eğlendik di mi baba’  diye…  Evet babacım Çoook Eğlendik… Hatta Ben daha fazla eğlendim. Ve Hatta o oldukça amatör gösterimizin tek ve zorunlu seyircisi annen bile eğlendi…  Galiba bizim sana teşekkür etmemiz gerek…. Arada bize de yeniden çocuk olabilme fırsatı verdiğin için...

Yorumlar (1)
Bookmark and Share
ÇOCUKLARDIK - 29 Ağustos 2014 Cuma
 

'Çocuklardık, parlak yıldızlardık o zaman;
Ay büyülüydü, yakamoz deniz…
Ardından koştuğumuz o baharlar…’
Bazen kelimeleri ararken takılıverir aklına bir zamanlar dinlediğin; dinleyip de içine işleyen şarkılar,şiirler…
Çocuklardık; 
Bi dünya hayali olan,bir yürek dolusu heyecanı, bir ömür dolusu kahkahaları olan…
Şimdi nereye geldik, hangi baharlara savrulduk… 
Kim aldı; hangi sonbahara yenildi şarkılarımız.
Kayboldu ucu yanık, içi dertli ama hep umuda dönük kelimelerimiz?
Büyümek buymuş belki de.
Hayat dediğin gem vurmuş yüreğimize,
Mazinin zindanlarına kilitlenmiş asi ergenliğimiz….

Çocuklardık;

Heyecanı, hüznüne ortak; her an ağlamaklı, hayallerimize tutunmuştu yüreklerimiz…

Önce fotoğraflarımızın rengi soldu,
Sonra değişti kahkahalarımızın tonu.
Büyümek buymuş meğer,

Ellerinde Fotoğraflar;
Maziye dalmak bütün bir gece boyu….
Yorumlar (0)
Bookmark and Share
GEÇMİŞTEN BANA GÜLÜMSEYEN TEK BİR KARE - 29 Ağustos 2014 Cuma

    Sarı, sıcak yazlar kaldı şimdi aklımda. Çıkarsız gülüşlerin, umarsız kahkahaların kulaklarımda çınladığı, yıldızları sayılan mavi yaz geceleri.

         Henüz kirlenmemiş, masum bir çocuk yüzü gelir kimi zaman gözümün önüne. Bebek değil ama; hep üç yaşlarında, gülümseyen,hatta biraz da şaşkın, masum bakışlarıyla,  bir çocuk yüzü bakar hatıralarımın arasından bugün bana... Sıkıldığım zamanlarda, Özlemin buram buram üstüme geldiği zamanlarda, ilk hep o çocuk suratı gelir; durur gözümün önüne...Benim üç ya da dört yaşlarında çekilmiş fotoğrafımdaki halim.... 

         Yakın zamana kadar hiç düşünmemiştim neden hep o halim gelir gözümün önüne? Neden daha öncesi ya da sonrası değil?  Neden hep o kare?  Hep  şaşkın bakışlı, masum çocukluğumun yüzü... 

         İlkokula başladığım zaman aldığımız okul çantasına bakıp ''Şimdiki çocuklar çok Şanslı, Tahta çantalarla gidedik biz okula'' dediğinde çok şaşırmıştım. Tahta çanta! çok garip gelmişti... Hatta üzülmüştüm de baya...

           

                  Bugün uzun zamandır görüşemediğim bir arkadaşımla oturup konuştuğumuz sırada telefomun ekranındaki kızımın  6 aylıkken çektiğim resmini gördü, sonra bugünkü halinin resimlerine baktı...Çocuklarımız hakkında derin bir sohbetin başladığı sırada, bugün yıllar önce babamın kurduğu cümleyi kurdum farkında olmadan.... 'şimdi çocuklar ne kadar şanslı' deyivermiş buldum kendimi. ''Anne karnından itibaren, her anlarına bizzat şahit olacaklar, ilk adımlarını izleyebilecekler, ilk kelimelerini kendi seslerinden görüntülerinden izleyebilecekler derken, en başta sorduğum sorunun da cevabını verdiğimi farkettim...Evet Kızımızın hayatımıza girdiğini öğrendiğimiz ilk andan itibaren, ,daha küçük bir hücre halinden(halasının deyimiyle Mercimekcan), bugüne kadar geçen yaklaşık 3 senelik zaman zarfında binlerce fotoğrafını ve videosunu çekmiş, her anını kayıt altına almıştık. Ve evet bugünkü çocuklar çok şanslıydı. Hatırlayamadıkları her anı seyredebileceklerdi. Benimse ilk fotoğrafım 3 yaşında çekilmişti. Belki de bu yüzden çocukluğuma gittiğim o anlarda, sadece aklıma üç yaşındaki o şaşkın, masum bakışlar geliyor.  o dönemlere ait hatırladığım her anıda ben yüzümü o karedeki haliyle anımsıyorum.  Ağladığımda yüzüm nasıl buruşurdu bilmiyorum, ya da kahkaha atarken ne kadar açardım ağzımı? ya da kızdığımdane kadar çatardım kaşlarımı? Bunların hepsi bir puslu hayal olarak kalacak bizim nesildeki pek çok kişide...  

 

(En azından imkanları çok fazla olmayan büyük bir çoğunlukta...ki bugün 35-40lı yaşlarını süren bizim nesil bilecektir 36 pozluk fotoğraf makinası dönemlerinde filme ayrı para, tab edilmesi ve basılması ayrı para tutardı ve en az 4-5 gün sonra basılmış fotoğrafları alabilirdiniz. Video Kameraları saymıyorum bile...)  

Yorumlar (0)
Bookmark and Share
Dilerseniz Satın aldığınız Filmlerin Son halini Animagift Ofis'te misafirimiz olup, seyredebilirsiniz.
"www.animagift.com' da yayınlanan tüm hikayelerin kullanım hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz."

En Son Görüntülenenler | Ürün Karşılaştırma | Site Haritası | Kargo & İade | Gizlilik Bildirisi | Kullanım Şartları