LiveZilla Live Help
LiveZilla Live Help

Blog

DODO'yu Beklerken - 18 Ekim 2014 Cumartesi


       Uzunca bir zamandır,
yakında www.animagift.com ve  animagift youtube kanalımızda yakında yayına girecek olan, hediye animagift masallarımızdan farklı olarak, çocuklarımıza, eğitici, öğretici ve eğlenceli bir çizgi film serisi DODO ile DUDU  üzerinde çalışıyoruz. Çocuklara nasıl bir film sunmamız gerektiği üzerinde çalışıyor, deyim yerindeyse kafa patlatıyoruz. Hem de ne patlatmak. Neredeyse rüyamda bile beni ziyaret etmeye gelecekler. :) Tabii ki şikayet anlamında söylemiyorum bunu. Zira bizim için yorucu ama bir o kadar da zevkli bir süreç, bu hazırlık aşaması. Okul öncesi eğitim ve çocuklarla kaliteli vakitler geçirmek üzerine, hem yeni şeyler öğreniyoruz, hem de eksiklerimizi gideriyoruz. Nihayetinde biz de bir ebeveyn olarak, bir yandan da iyi bir birey olarak yetiştirmek zorunda olduğumuz Elüş' ümüzün günden güne değişen hal ve tavırlarına karşı, nasıl davranmamız gerektiğini öğrenmeye çalışıyoruz, bir yandan da onunla, eğlenceli vakitler geçirmenin yollarını arıyoruz. Tabii zorlandığımız zamanlar da çoğunlukta. Çünkü zihinlerinin nasıl çalıştığını çözmek ciddi bir çaba gerektiriyor. Hele ki, hiç beklemediğiniz bir anda, nasıl cevaplayabileceğinizi bilmediğiniz bir soru çat diye suratınızda patlarsa.İtiraf etmek gerekirse, bazen de nasıl ayak uyduracağımızı da şaşırmıyor değiliz.  
      Çok zormuş yahu... Bazen onu üzmemek için dediklerini yapmaya çalışırken, bir de bakıyoruz ki, o çocuk, parmağıya oynatmaya başlamış bizi.. Oysa biz o doğmadan önce ne kararlar almıştık kendimizce, ''Şunu yapmayacağız bunu yapmayacağız'' diye... Yazarken bile ne güldüm kendime... Şu an yapmayacağız dediğimiz her şeyi yapıyoruz, yapmak zorunda kalıyoruz.
    Ve her gün yeni yeni şeyler de öğretiyor bize.Hem de biz hiç de farkında olmadan.

     Dodo ve Dudu' nun  hazırlıkları başladığı andan itibaren, Elüş de farkında olmadan bizim danışmanımız oldu. Biten animasyonları, akşam iş dönüşü evde izletmeye başladım: Tepkisi ne olacak diye. Çünkü hazırladığımız şeyi ilk elden, bire bir görmek  gerçekten bizim için çok önemli. Elüş' de bu anlamda bizim için çok değerli bir danışman oldu. Gerçekten de,çalışmaların ilk başlarında DODO ile DUDU onun için ÖRDEKti. Çünkü daha biz karakterlerin ismini koymamıştık. İsimler üzerinde karar verdikten sonra animasyon bitip de Elüş ilk tanıtımı izlediğinde ÖRDEKLER, DODO ve DUDU oldu onun için....Demek ki İsim Seçimi isabetliydi. :)
      Hemen soruları da sıralamaya başladı tabi. 'DODO Niye evine girmiyo baba?' 'DUDU nereye gitmiş?' vs. vs.
      İkinci tanıtımı seyrettiğinde 'Baba Dudu gene nerde?' 'Dudu'nun elinde ki kutu mu?' 'Ne Kutusu?' 'Baba O kutuyu Dodo' ya mı verecek?' gibi daha bir sürü soru...


Tabi zaten Bu dönemde herhangi bir konu hakkında sorularımızın ardı arkası kesilmiyor zaten. O yüzden alışığız ama DODO ile DUDU' nun izlediği he bölüm sonunda nedense Elüş'ün sorduğu tek bir Soru var:
       -Baba DODO neden evine gitmiyor? İşte buna neden takıldığını daha çözemedik :) DODO'yu bir Bölümde evine göndermek şart oldu artık!
         Ama en önemli soruyu en sona bırakmıştı sanki özellikle. Dün akşam eve geldiğimde o günkü animasyonları getirmemiştim eve çünkü daha tam olarak bitmemişti bölüm. Kapıdan içeri girdiğim anda Boynuma atladı ve son noktayı koydu:
                         -Baba bugün ne çizgi film yaptın bana?
Genelde bizim işimizin normal şartları da koşulları da pek normal değildir. Diğer insanların uyuduğu saatte çalışır, çalıştığı saatlerde uyuruz. Mesaimiz yoktur. çalışma saatlerimiz çok uzundur.
Hal böyle olunca, Elüş' ün hediye istekleri de biraz farklı olmaya başladı. Çukulata yerine kendisine çizgi film yapılmasını istiyor şimdi.... Bir gariplik var mı, yok mu ben karar veremedim... Ya da galiba var da itiraf mı edemiyorum ne?

 

(Not: Çukulatayı, hediyeye örnek olarak verdim, mümkün olduğunca çukulata yemesine engel olmaya çalışıyoruz...) 

 

 

 

Yorumlar (0)
Bookmark and Share
sınırları aşmak İLK TİYATRO OYUNU - 13 Ekim 2014 Pazartesi

             Bizim için uzunca sayılabilecek bir bayram tatili sonrasında yeniden İstanbul'da bir Pazar sabahı geçirmeyi planlarken, Cumartesi akşamı komşumuzun verdiği iki çocuk tiyatrosu biletiyle bütün uyku hesaplarım alt üst oldu yine.  
'
Ama ben Pazar günü öğleye kadar uyumayı planlıyordum kendimce yahu!...' Ne var ki, Sultan ve Prenseslerin hüküm sürdüğü bir sarayda, hükümdarın esamesi okunmuyormuş maalesef. Elime tutuşturulan biletlerle, 'hık, mık' deyip işin içinden sıyrılmayı planlarken, oyun saatinin 11 olduğu da, üstüne basa basa vurgulanınca 'Emriniz başım üstüne' demekten başka bir şey kalmıyor çaresiz bir babaya...

             İşin şakası bir yana,  daha önce de söylemiştim, önce kendi keyfinden pek vazgeçmek istemese de insan, daha sonra yüzlerinde ki o mutluluğu görünce, iyi ki yapmışım diyor. Zira sizin önemsemediğiniz o anlar, o kadar hoşuna gidiyor, o kadar eğlendiriyor ki  onları... O an yüzlerine gelip yerleşen o gülümseme her şeyden daha önemli oluyor sizin için.

             Okuduğum yıllar da, lisede ve üniversitede hep İstanbul’ a gidince,  ‘Hiç bir filmi kaçırmıcam, her hafta bir oyuna gidicem’ derdim ama, tabi bu şehre geldiğimden beri hiç bir zaman bunu gerçekleştiremedim. Hatta Görsellerini hazırladığım ve davetli olduğum oyunlara bile gidemedim... Ama yıllar sonra, İstanbul'a geldiğimden bu yana ilk kez bir tiyatro oyununa gitmek(bir çocuk oyunu da olsa), Elüş’ ün sayesinde oldu... Tabi biletleri veren komşumuzun da sayesinde ama... Esas payı Kendime ayırıyorum, çünkü uyumayı tercih etseydim, böyle bir gün yaşanmayacaktı...

             Sabah kahvaltıdan sonra elbitetini (elbisesini) giyip, biletlerimizi çantasına koyduk. Tiyatroya geldiğimizde 15 dk. Kalmıştı oyunun başlamasına. Biletleri ne zaman Abiye vereceğimiz kısa süreli bir krize sebep olduysa da, çabuk atlattık. 11:00 ‘ a doğru girdik salona ve oyun başladı. Sahnenin Işıkları yanıp da oyuncu sahneye çıktığında baya bir şaşırdı.Öylece izledi. Ne olduğunu anlamaya çalışırken,etrafına bakındı diğer insanların tepkisini izledi...

                  Elüş’ e yaşının üzerinde şeyler öğretmeye çalışıyoruz galiba farkında olmadan. Kahvaltıda biz bir kaç defa, tiyatroda ses çıkarılmayacağını, yüksek sesle konuşulmayacağını söylemiştik. Oysa bizim atladığımız bir şey vardı. Çocuk oyunuydu gittiğimiz. Tecrübesizlik işte! Biz tiyatroda konuşulmaz demiştik ama, oyuncular çocukları oyuna dahil etmek için, onları yeterince coşturuyorlardı. O arada Elüş bocaladı.Çünkü tiyatroda yüksek sesle konuşulmaz demiştik. Ama salondaki yaşça büyük ve tecrübeli abileri, ablaları şarkılara eşlik etmeye başlayınca,bana baktı. O an ben de dank etti tabi.

             -E hadi sen de söyle, deyince o ana kadar sakladığı enerjisini, boşaltıverdi. Danslara eşlik etti. Sorulara kendince cevap verdi... Sesini Duyurmaya çalıştı sahnedeki oyuncu abi ve ablalarına.  Zaman zaman güldü, eğlendi; zaman zaman etrafına şaşkın şaşkın baktı. Her zaman ki gibi, ben yine ilk gittiği tiyatro oyununu kaydetmekle meşguldüm bir yandan onu seyrederken...

              Sonra oturup düşününce aslında Elüş’le geçirilen her anın bize ne kadar çok şey öğrettiğinin farkına vardım bir kez daha. Biz ona bir şeyler öğretmeye çalışırken,  aslında o bize daha çok şey öğretiyor galiba...

             Ona nerede nasıl davranması gerektiğini öğretirken; acaba, ilerideki hayatında onu sıkıca çevreleyecek engeller mi koyuyoruz farkında olmadan? Hayatın tadını çıkarmasını engelleyecek sınırları bugünlerden, biz mi çiziyoruz elimizde olmadan? Öyle ya, Biz ‘Tiyatroda sessiz olmalıyız’ ı dikte etmiştik ona ve o bugün oyun sırasında bana dönüp izin alana kadar, oyuna katılmamak için tutmuştu kendini... İzin aldıktan sonra da, etraf ne düşünür, sorduğu sorulara gülerler mi kaygısı olmadan, dilediğince sorularını sormuş, cevap vermiş, dans etmişti... Bizim onun zihnine çizdiğimiz sınırlar yoktu çünkü...

             Oyun bittiğinde diğer çocuklar sahneye hücum edince, fırladı koltuğundan ve ‘Biz de gidelim’ dedi Elüş. Cevabımı da beklemeden koştu gitti zaten. Sahnede dilediğince dolaştı. Başka bir anda olsa Koşma, Yapma gibi bir sürü şey sıralardım ama, o an hiç bir şey diyemedim. Yeni sınırlar koymaktan çekindim açıkçası. Ama bir yandan da bir çocuğa sınır koymanın sınırı ne olmalı konusunda ise şimdi yeni sorular var zihnimde dolaşan...

             Sahi Bir çocuğu en iyi şekilde yetiştirebilmek için nerede durup nerede harekete geçmek gerekir?  Zormuş, çok zor... Tam bir yol bulduğunu sandığın anda, bir an geliyor ve aslında ne kadar hatalı davrandığını anlıyorsun ve her şey sıfırdan başlıyor...

             Öğrettiğini sanırken, aslında hiçbir şey bilmediğinin farkına varıyorsun...

Yorumlar (0)
Bookmark and Share
OKULA BAŞLARKEN - 11 Ekim 2014 Cumartesi

Yeni yıl eylül ayında başlar sanki benim için… 

Belirlenen hedefler, farklı alışkanlıklar…
Yeni bir iş, yeni bir dönem ya da yeni bir okul demek…

Öncelikle okula yeni başlayan miniklerimizi tebrik ediyorum. Onlar için çok büyük bir adım bu. Tabi siz anne babalar için de öyle. 
Ancak maalesef okula başlamak her zaman kolay bir süreç olmuyor. Bu noktada yaşanılan bazı sorunlardan bahsetmek istiyorum bende. Okulun başında veya başladıktan sonra çocuklarda okulun reddi gözlemlenebilir. Bu duruma dikkat edilmemesi ise okul fobisine yol açabilmektedir.

Okul fobisi çocuğun okula gitmek istememesi, bunun için direnç göstermesi olarak tanımlanabilir. Genellikle okul saatinin yaklaşmasıyla beraber, okula gönderileceklerini hissetmeleriyle bir huzursuzluk hali, ağlama, terleme, baş veya mide ağrısı, kusma vb… ile kendini gösterebilir.  Tabi bu durumda velilerde ne yapmaları gerektiği konusunda kararsız kalabilmektedirler. Diğer problemlerde de olduğu gibi her çocuğa uygun olabilecek tek bir çözüm olmadığını belirtmek isterim. Ancak benim görüşüm öncelikle sebebin doğru teşhis edilmesidir. Çünkü okul fobisinin altında birçok farklı sebep yatabilir. Örneğin çocuk evde gördüğü ilgiyi okulda göremeyebilir, öğretmenini çok otoriter bulabilir, arkadaşlarıyla ilgili bir sorun yaşamış veya arkadaş edinememiş olabilir. Aile içinde yaşanan bir sorunun stresini yaşıyor olabilir. Okul sevisini sevmiyor olabilir. Okulda yapılan çalışmalarda başaramama endişesi hissediyor olabilir. Anneyi kaybetme korkusu yaşıyor olabilir.

Bunların dışında ise,özellikle anasınıflarında benim en çok karşılaştığım sorun anneye fazla bağlılık oluyor. Çocuk anneden ayrılma tereddütünü yaşarken çoğu zaman aynı tereddütü annenin de yaşadığını görüyoruz. Tereddüt yaşıyor olabilirsiniz ancak bunu çocuğunuza belli ederek okula gitmesini istemek onda zaten var olan güvensizliği pekiştirmek demek olacaktır. Bu noktada anne önce kendi endişesini kontrol altına almaya çalışmalıdır.

            Bir başka sık karşılaşılan sorun ise yeni gelen bir kardeşin ardından evde hem küçük bebekle hem de çocukla idare edemeyen annelerin çoğunun; bebeğin doğumunun hemen ardından çocuğu kreşe başlatmasıdır. Bu noktada:
                 
“Ama bebekle ilgilendikçe o daha çok ilgi istiyor, kardeşini kıskanıyor kendime hiç vakit ayıramıyorum, onunla da çok ilgilenemeyince canı sıkılıyor.” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız da belki ancak yeni gelen kardeşten sonra zaten artık daha az sevileceğim, o benim yerimi alacak korkuları yaşayan çocuğunuzu evden uzaklaştırdığınızda bu korkuların artmasına ve çocuğun okula uyum sağlayamamasına neden olacaksınızdır. Çocuğunuzun bu sene okula başlamasına dair bir düşünceniz var ise henüz hamileyken onu okulla tanıştırmalı ve kardeşten önce okula uyum sürecini geçirmiş olması sağlanmalıdır.

            Genel olarak değerlendirmemiz gerekirse okul fobisi yaşayan çocuğunuzla aranızda herhangi bir engel olmayacak şekilde, konuşmalı onu dinlemeli ve bu korkusu hakkında ondan bilgi edinmelisiniz. Bu konuyla ilgili çocuğunuzun okulunda öğretmeni, okul rehber öğretmeni veya psikoloğu ile işbirliği yapabilirsiniz. Bu tarz problemlerde işbirliğinin önemini vurgulamak isterim. Bu tarz sorunlarda araştırmadan çocuğu okuldan almak onun bütün hayatını etkileyebilir. Bu şekilde yetişen çocuklar daha sonra karşılaştıkları sorunlardan da kaçma davranışı göstermeye çalışacaktır. Çocuğunuzun çözüm odaklı bir birey olarak yetişmesini istiyorsanız sorunlar karşısında nasıl davranacağı konusunda örnek olmalı ve sebeplerini işbirliği içinde çözümlemelisiniz.

                                                          Güzel bir hafta geçirmenizi dilerim Sevgiyle kalın…

Yorumlar (0)
Bookmark and Share
GÖLGE OYUNU (yeniden Çocuk Olabilmek) - 26 Eylül 2014 Cuma

        ‘Akıp gidiyor zaman’ diyoruz ya sürekli... Belki de o akıp giden zamana karşı çaresizliğimizden sürekli sızlanıp duruyoruz. Geçip giden dakikalar, saatler karşısında elimiz kolumuz bağlıyken, bir de üstüne gün boyu işte çekilen sıkıntılar, iş yetiştirme telaşı, saatlerce boğuşulan sorunların stresi; ödenmesi gereken faturaların takibiyle geçen zamanlarda hayatı ıskalıyoruz belki de farkında olmadan. 

                Yorgun argın eve gelmiş tam ayakları uzatıp yatma isteğiyle yanıp tutuşurken, iki minik sevimli el gelip dokunuyor, yüzünüze ve ‘Hadi baba oyun oynayalım’ deyiveriyor. Geri çevrilmesi en zor isteklerden biri belki de ama, çoğu zaman öyle bir yorgunluk hali çöküveriyor ki üzerinize, oynasan bir türlü, oynamasan bin türlü. O minicik yürek nerden bilebilir ki gün boyu omuzlarımıza çökmüş bin türlü derdi tasayı… Hele ki onun tek derdi oyun oynamak ve olabildiğince içtenliğiyle kıkırdamaksa bütün bir oyun boyu…

                Yorgunluğuna yenilip de, onun  bu minicik masum isteğini geri çevirdiğinde ertesi gün, bütün zamanın, bunun suçluluğuyla geçiyor ister, istemez…

                Yine böyle yorgun argın, eve geldiğim günlerden birimiydi bilmiyorum ama,  o gece televizyonu falan herşeyi kapatıp, her zamankinden farklı bir oyun oynamayı denedik. Tüm dükkanlar kapanmak üzereydi, hemen aşağıdaki kırtasiyeden bir tabaka parşömen kağıdı,  yapıştırıcı; ucuzluk dükkanından küçük bir fener alıp, keçeli kalemlerimizi de bulduktan sonra, A4 kağıtlarından birine karagöz, diğerine Hacivat çizip, mukavva ve parşömen kağıdından sahnemizi de  hazırladık.  Şimdi Gölge oyunumuzdaydı… Sonrasını izlemek isterseniz Buyrun video aşağıda

               

                              Hacivat ve karagözü çizmek sahneyi kurmak falan hepsi 1 saat falan sürdü belki bilmiyorum, Kızımı da bilmem ama Ben bile özlemişim meğer böyle oynamayı… Ve bazen Ufaklıklara bunları öğretirken geçirdiğimiz vakitler, onlardan çok bize iyi geliyormuş.

Elüş de söyledi ‘Çok eğlendik di mi baba’  diye…  Evet babacım Çoook Eğlendik… Hatta Ben daha fazla eğlendim. Ve Hatta o oldukça amatör gösterimizin tek ve zorunlu seyircisi annen bile eğlendi…  Galiba bizim sana teşekkür etmemiz gerek…. Arada bize de yeniden çocuk olabilme fırsatı verdiğin için...

Yorumlar (1)
Bookmark and Share
MUTLULUĞU SEYRETMEK - 29 Ağustos 2014 Cuma

Derdimiz zamanla aslında galiba.

Hayatın bize getirdiği onca derde direnebilsek de, karşı koyamadığımız tek şey belki de zaman ne yazık ki. Akıp giden saniyeler, dakikalar,saatler, günler,aylar,yıllar…  Derken bir de bakmışız ki, dolu dolu yaşanmışlığıyla elimizde bir ömür…Hoyratça harcadığımız anılar…

Direnmek zor zamana heyhat!  Geriye dönüp de baktığında ne tecrübeler vermiş de sana, neleri almış hayatından şimdi dediğin o an…

Zamana direnme çabamız bu yüzden… 

Öyle kapılmışız ki hayatın o hızlı seyrine, ne gülüşler, ne güzellikler kaçırmışız farkında olmadan.

Farkına vardığımızda, Kısa bir süreliğine de olsa durduralım şu anı istedik. Yaşadığımız an’a kısa bir ara verip, geçmişe dönelim… 

Büyük Bir mozaiğin herbir taşına ayrı ayrı bakarsan, farklı renkli kçücük taşlar görürsün, ama şöyle bir geriye çıkıp baktığında, ancak görebilirsin muhteşem bir güzelliği… 

Fotoğraflara tek tek baktığında tek bir rengini görürsün hayatının.Ama onları biraraya getirip baktığında, ortaya bir mutluluğun bütün fotoğrafı çıkar. Ve tamamlanır hikayen.  Mutluluğu seyrederken, geçen zamana karşı, elinden kayıp giden günlere karşı kazandığın mutluluğu seyredersin…..

 

Yorumlar (0)
Bookmark and Share
ÇOCUKLARDIK - 29 Ağustos 2014 Cuma
 

'Çocuklardık, parlak yıldızlardık o zaman;
Ay büyülüydü, yakamoz deniz…
Ardından koştuğumuz o baharlar…’
Bazen kelimeleri ararken takılıverir aklına bir zamanlar dinlediğin; dinleyip de içine işleyen şarkılar,şiirler…
Çocuklardık; 
Bi dünya hayali olan,bir yürek dolusu heyecanı, bir ömür dolusu kahkahaları olan…
Şimdi nereye geldik, hangi baharlara savrulduk… 
Kim aldı; hangi sonbahara yenildi şarkılarımız.
Kayboldu ucu yanık, içi dertli ama hep umuda dönük kelimelerimiz?
Büyümek buymuş belki de.
Hayat dediğin gem vurmuş yüreğimize,
Mazinin zindanlarına kilitlenmiş asi ergenliğimiz….

Çocuklardık;

Heyecanı, hüznüne ortak; her an ağlamaklı, hayallerimize tutunmuştu yüreklerimiz…

Önce fotoğraflarımızın rengi soldu,
Sonra değişti kahkahalarımızın tonu.
Büyümek buymuş meğer,

Ellerinde Fotoğraflar;
Maziye dalmak bütün bir gece boyu….
Yorumlar (0)
Bookmark and Share
GEÇMİŞTEN BANA GÜLÜMSEYEN TEK BİR KARE - 29 Ağustos 2014 Cuma

    Sarı, sıcak yazlar kaldı şimdi aklımda. Çıkarsız gülüşlerin, umarsız kahkahaların kulaklarımda çınladığı, yıldızları sayılan mavi yaz geceleri.

         Henüz kirlenmemiş, masum bir çocuk yüzü gelir kimi zaman gözümün önüne. Bebek değil ama; hep üç yaşlarında, gülümseyen,hatta biraz da şaşkın, masum bakışlarıyla,  bir çocuk yüzü bakar hatıralarımın arasından bugün bana... Sıkıldığım zamanlarda, Özlemin buram buram üstüme geldiği zamanlarda, ilk hep o çocuk suratı gelir; durur gözümün önüne...Benim üç ya da dört yaşlarında çekilmiş fotoğrafımdaki halim.... 

         Yakın zamana kadar hiç düşünmemiştim neden hep o halim gelir gözümün önüne? Neden daha öncesi ya da sonrası değil?  Neden hep o kare?  Hep  şaşkın bakışlı, masum çocukluğumun yüzü... 

         İlkokula başladığım zaman aldığımız okul çantasına bakıp ''Şimdiki çocuklar çok Şanslı, Tahta çantalarla gidedik biz okula'' dediğinde çok şaşırmıştım. Tahta çanta! çok garip gelmişti... Hatta üzülmüştüm de baya...

           

                  Bugün uzun zamandır görüşemediğim bir arkadaşımla oturup konuştuğumuz sırada telefomun ekranındaki kızımın  6 aylıkken çektiğim resmini gördü, sonra bugünkü halinin resimlerine baktı...Çocuklarımız hakkında derin bir sohbetin başladığı sırada, bugün yıllar önce babamın kurduğu cümleyi kurdum farkında olmadan.... 'şimdi çocuklar ne kadar şanslı' deyivermiş buldum kendimi. ''Anne karnından itibaren, her anlarına bizzat şahit olacaklar, ilk adımlarını izleyebilecekler, ilk kelimelerini kendi seslerinden görüntülerinden izleyebilecekler derken, en başta sorduğum sorunun da cevabını verdiğimi farkettim...Evet Kızımızın hayatımıza girdiğini öğrendiğimiz ilk andan itibaren, ,daha küçük bir hücre halinden(halasının deyimiyle Mercimekcan), bugüne kadar geçen yaklaşık 3 senelik zaman zarfında binlerce fotoğrafını ve videosunu çekmiş, her anını kayıt altına almıştık. Ve evet bugünkü çocuklar çok şanslıydı. Hatırlayamadıkları her anı seyredebileceklerdi. Benimse ilk fotoğrafım 3 yaşında çekilmişti. Belki de bu yüzden çocukluğuma gittiğim o anlarda, sadece aklıma üç yaşındaki o şaşkın, masum bakışlar geliyor.  o dönemlere ait hatırladığım her anıda ben yüzümü o karedeki haliyle anımsıyorum.  Ağladığımda yüzüm nasıl buruşurdu bilmiyorum, ya da kahkaha atarken ne kadar açardım ağzımı? ya da kızdığımdane kadar çatardım kaşlarımı? Bunların hepsi bir puslu hayal olarak kalacak bizim nesildeki pek çok kişide...  

 

(En azından imkanları çok fazla olmayan büyük bir çoğunlukta...ki bugün 35-40lı yaşlarını süren bizim nesil bilecektir 36 pozluk fotoğraf makinası dönemlerinde filme ayrı para, tab edilmesi ve basılması ayrı para tutardı ve en az 4-5 gün sonra basılmış fotoğrafları alabilirdiniz. Video Kameraları saymıyorum bile...)  

Yorumlar (0)
Bookmark and Share
Dilerseniz Satın aldığınız Filmlerin Son halini Animagift Ofis'te misafirimiz olup, seyredebilirsiniz.
"www.animagift.com' da yayınlanan tüm hikayelerin kullanım hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz."

En Son Görüntülenenler | Ürün Karşılaştırma | Site Haritası | Kargo & İade | Gizlilik Bildirisi | Kullanım Şartları